1-01

Bir Tutam Saç

Bir Tutam Saç…

Dr. Tuğçe Arslan

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Boş bir oda, bir dokuma tezgâhı ve yerde koyu kestane saç yumakları… Kendi saç telleriyle dokunmuş bir geçmiş ve gelecek; bir hapsetme fakat aynı dengede özgür kılma arzusu…

Mona Hatoum’un, 1995 tarihli Recollection enstalasyonu, metruk bir oda içinde bulunan ufak bir dokuma tezgâhı ve yerlere bir rastgelelikle atılmış saç topaklarını gösteriyordu. Sanatçının sergilediği bu enstalasyonda yer alan saçlar, 1989 yılından itibaren biriktirdiği kendi saçlarıydı. Her yıkama sonrası ve her tarama ediminin ardından kaybettiği saç tellerini bir ayakkabı kutusunda saklayan sanatçı, bedeninden hafif bir itkiyle fakat aslında kendi iradesiyle ayrılan saç tellerini bir dokuma tezgahında bir araya getirmişti. Dokuma eyleminin özündeki çapraz birbirine geçme, her saç telini bir diğeri üzerine eklemliyor, bu eklemleniş ile kapanan her boşluk; bir daralmaya, sıkışmaya, hapsetme pratiğine dönüşüyordu. Fakat aynı zamanda saç tellerinin bedendeki ‘köklü’ düzeni terk ederek, gelişi güzel bir biçimde yerlere savrulmasıyla kendi alanını yaratması da bir özgürleşmeye kapı aralıyordu. Saç bir gösterge olarak kadın(lık) meselesine dikkat kestirtiyor, temsilde sıkışan kadının zapturapt altına alınışına gönderide bulunuyordu.

Feminist ideolojiye ve bilhassa Orta Doğulu kadın haklarına duyarlı işler üreten Filistin kökenli İngiliz sanatçı Hatoum’un Recollection pratiği güncel bir pratik olmamakla birlikte sahip çıktığı argümanın ne yazık ki güncelliğini koruyor olması, sanatçının söz konusu çalışmasını hatırlatma gereği duyduruyor. Hatoum’un kendiliğinden düşen saç telleri, bugün İran’daki kadınların ve onlara destek olan dünyanın pek çok yerindeki kadınların protest bir biçimde kesip attığı saçlarıyla aynı dokuma tezgahında iç içe geçiyor, düğüm oluyor.

Eylül ayında, Tahran’da henüz 22 yaşındaki Mahsa Jina Amini, İran ahlak polisi tarafından başörtüsünü hükümetin standartlarına uygun bir şekilde bağlamadığı gerekçesiyle öldürüldü. Amini’nin yetkililerce kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdiği söylense de görgü tanıkları genç kadının maruz kaldığı fiziksel şiddet sonucu yaşamını yitirdiğini doğruladı. Burada ahlak polisinin şiddetinin temel gerekçesi başörtüsünden sıyrılan birkaç tel saç mıydı? Yoksa saçın hapsedilememiş olmasının kadının özgürleşmesine dair yarattığı tedirginlik mi? Bir tutam saçın eşarptan firar etmesi kadınların özgürlük edimleri için bir başlangıç riski mi taşıyordu? Amini’nin saçının görünürlüğü üzerine maruz kaldığı şiddet sonucu yaşamını yitirmesinin ardından İran’da yüzlerce kadın bugüne dek görülmemiş bir protesto başlattı. Meydanları dolduran kadınlar Amini’nin failini istiyorlardı, ancak öte yandan bu bir tutam saç, sadece kadınların baş örtüsü probleminin değil, insan haklarının da gündeme getirilmesine vesile olacaktı.

BBC’nin güvenlik önlemleri nedeniyle gerçek adını kullanmaya çekindiği ancak Fawaz olarak adlandırdığı bir protestocu, yüzlerce kadının öldüğü eylemler için evden çıkarken bir daha dönememe ihtimalini de daima göz önünde bulundurduğunu ifade ediyordu. Polisin aman vermeyen şiddet yöntemi yüzünden çok sayıda kişinin öldüğü ve çoğunun da yara aldığı bu eylemler ile Batılının dünyasında sıradan hayat denen toplanma, örgütlenme, seçme-seçilme, özgülüklerini de elde etmek istediklerini söylüyordu. Saçın görünürlüğü artık kadının görünürlük savaşına evrilmişti. Saç ve kadının özgürlüğü arasındaki onulmaz ilişki bir kez daha cereyan ediyordu. Her bir tutam saç, içinde bulunduğumuz yüzyılda, sözüm ona ‘çağdaş dünyamızda’ kadının temsilinin ilkel biçimlerle zapt edilmesine bağlanıyordu.

Fulya Çetin, Uzadıkça Daha Yakın adlı güncel sergisinde, saçı başka bir yerden tutuyor. Sergide yer alan bir dakikalık bir video enstalasyonda, bir kadının saçı ritmik el hareketleriyle örülüyor. Çetin örme eyleminin birbirine dolanan doğasında farklı kadınların saçlarını bir araya getirmeyi düşlüyor. Kendi kişisel deneyimlerinden hareketle saça olan temasın güven duygusunu anımsattığını ifade eden sanatçı, birbirimizin saçlarını taramanın ve örmenin iyi bir başlangıç olabileceğini öneriyor. Çetin, bu çalışmanın fikri temellerini, göçmen bir kadının bir tekne ile karşı kıyıya geçebilmek için ağırlığından kurtulmak üzere saçlarını kestiği haberini okuduğunda oluşturmuş. Bu örgü, karşı kıyıya geçmeye çalışan bir kadının ya da yaşça küçük bir kız çocuğunun ağırlık yapmasın diye kesilen örgüsünün sahilde bırakılmış bir imgesidir. Sanatçı, bir erkeğin elinde tuttuğu bu örgüyü o elden kurtarmak istemiş ve defalarca bu imgenin desenini çizmiş. Sanatçı, Uzadıkça Daha Yakın sergisinde bir kısmı yer alan örgü desenleri ile farklı coğrafyalardan kadınların birbirinin saçına dokunabilmesinin verebileceği huzur duygusunu göstermek istiyor.

Kadınların birbirine temas etmesi, onların direnişini güçlendiriyor. Çetin’in temennisi, Amini’nin ardından gerçekleşiyor. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar, İranlı hemcinslerine destek olmak için başörtülerini attılar, başörtülerinin ardındaki saçlarını kestiler. Bu kesip atma eylemi, sisteme karşı direnci ve bir özgürleşme pratiğini görünürleştiriyor. Bu bir kimlik eylemi, kadınlar eril bir otoritenin buyruğunda onlara emredilen anonimlik rejiminden sıyrılmaya çalışıyorlar. Virginia Woolf, kadınların kendilerini ortaya koymasını engelleyen şeyin, kadınlara anonim kalmayı emreden iffet anlayışının bir yadigarı olduğunu yazmıştı. Başörtüsü tam da kadını anonimleştirmeyi, tek tipleştirmeyi ve görünürlük rejiminden alıkoymayı hedefleyen bir nesne. Başörtüsünden kurtulma ya da saçlarını kesip atma eyleminde kadınların bedenlerini kendi iradeleriyle biçimlendirme arzusu ve bu arzunun gerçekleşmesine dair bir yatırım söz konusu. Kadınların kendi kimliğini kendilerinin tayin edebildiği, saç ve kadın arasındaki ilkel bağdaşmanın güncelliğini yitirdiği, tarih olduğu günlerin dileğiyle.

Sevgili Bronwyn ve Marcus, geçen ay Art Rooms’da harika bir serginiz oldu. Bu süreç ve sergi hazırlık aşaması hakkında neler söyleyebilirsiniz? Başak Şenova’nın sergi daveti ve bu sergi için ikimizin birlikte çalışmasını teklif etmesi çok heyecan vericiydi. 15 Yıllık ilişkimizde ilk kez böyle bir şey yapacaktık ve sonuçta ne çıkacağını çok merak ediyorduk. Tüm bu yıllar boyunca paylaştığımız yapma eylemlerinin ve düşünme alanının bireysel sanat pratiğimizi açıkça etkilediğini zaten farkındaydık. Bunu göz önünde bulundurarak bu sergi sürecine her ikimizin yaratım süreçlerinin sıklıkla paylaştığı basit bir eylemle başlamayı seçtik. Katlama eylemi — kağıt ve mürekkebe incelikle müdahale etme. Böylece Art Rooms’un cömert desteğiyle bizi çok memnun eden iki kişilik bir sergi ortaya çıkardık. Tüm sergiyi büyükçe tek bir valize sığdırmak istedik, bu bizde hem merak doğurdu hem de heyecan yarattı, Art Rooms’un galerisinde bu bavulu açıp içindekileri boşaltmak harika bir deneyimdi. Art Rooms’u oluşturan birbirinin uzantısı olan geçiş ve alanların samimiyeti, üzerinde çalıştığımız ve yazdığımız “kağıt” fikrini merkeze alarak, stüdyodaki sohbetlerimizi tıpkı bir kitap gibi bir dizi bölüme genişletmemizi sağladı. İşin çerçevesiz ve ham doğası, kişinin sanat yapımında deneyimlediği süreç ve pratiğin savunmasızlığını ortaya çıkarmaya devam etmemize yardımcı oldu. İşin çoğunu yerinde ve mimariye doğrudan yanıt olarak tamamlayabildiğimiz için kendimizi şanslı hissediyoruz. Bütün bunlar, kendini adamış ve yetenekli bir galeri ekibi ve direktörün yanı sıra elbette olağanüstü bir küratörün sayesinde oldu.

Farklı disiplinlerde işler üretiyorsunuz. Merak ediyorum, hangi disiplinde çalışma üreteceğiniz noktasında belirleyici unsurlar nelerdir? Bazı açılardan her şey müdahale edilmeyi bekleyen bir nesne gibidir, nasıl ilham aldığımız veya yeni fikirlere nasıl ulaştığımız çoğu zaman bir muamma gibi geliyor. Çoğu zaman bir işin çözümü, eller, gözler ve beden çalışırken ve zihin anlam çıkarmaktan çok o eylemle meşgul olduğunda kendini göstermeye başlar. Anlam daha sonra, derinlemesine düşünüldüğünde arkadan gelir ve genellikle kendisinden önce gelen işle nasıl bir ilişki kurduğu bizim için bile şaşırtıcıdır. Yapma eyleminde, belirli bir şey söylemek için bilinçli veya fark edilir bir niyet yoktur. Odak noktası genellikle mürekkebin kıvamı, kâğıdın yüzeyi, yapıştırıcının yapışkanlığıdır. Tabii ki geri çekilip baktığımızda, ‘diğer’ beynimiz devreye giriyor ve değerlendirme başlıyor ama o zaman bile değerlendirmeler genellikle şekil, denge ve renkle ilgili oluyor. Yine de önemli olan, çalıştığımız malzemelerin, ister mürekkep veya kâğıt gibi daha geleneksel olsun isterse buluntu kemik veya dijital medya gibi daha az geleneksel, hepsinin kendi yorumlarını ve hafızalarını taşıdığını bilmemizdir. Sanat işleri ve sonrasında anlam, malzeme ile incelikli bir şekilde süregelen bir müzakere yoluyla ortaya çıkar ve zamanla, mecraları ne olursa olsun veya onları yapmak için hangi eylemi kullanırsanız kullanın, bütün işlerinizin birbiriyle bağlantılı olduğunu görmeye başlarsınız.

Birlikte yaşamanın ve ortak çalışmanın sanat üretiminize etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Birbirimizin çalışmasını izlediğimiz, malzemeleri paylaştığımız ve farklı şekillerde iletişim kurduğumuz bir evde yaşıyoruz, bunun büyük bir ayrıcalık olduğunu biliyoruz. Üstelik sadece ikimiz değiliz, on yaşındaki kızımız Layla da sürecin fazlasıyla içinde. Üçümüz, genellikle en az birimizin her zaman yaptığı ve düşündüğü yaratıcı bir akışı paylaşıyoruz ve hepimiz bundan besleniyoruz. Bu yaşanmış deneyimi bir galeri sergisine yaymak, insanın zihninin dışın-da durması ve düşüncelerine yepyeni bir bakış açısı getirmesi gibi, bizi çok etkileyen bir yol-culukla sonuçlandı.

Başak Şenova ile Art Rooms’da ve farklı projelerde çalıştım. Onunla çalışmak her zaman çok verimli ve enerjisi yüksek bir deneyim olmuştur. Küratörünüz/Başak Şenova ile çalışmak hakkında neler söylemek istersiniz? Başak, her zaman için hesaba katılması gereken bir güç. Üretken ve canlandırıcı yaklaşımı, projelerine hayat ve hayal edilemeyen olasılıklar veriyor. Üstelik olağanüstü bir tasarımcı; estetik, mekân ve insanların sergileri okuma biçimleri konusundaki anlayışı mükemmel. Başak’ın küratöryel yaklaşımında özellikle benzersiz olduğunu düşündüğümüz şey, sanatsal sürece olan inancı, sanatçıyla oldukça yoğun ve titiz bir şekilde ilgilenirken, bize tamamıyla güvendiğini hissettiriyor. Bu, yakalaması kolay bir denge değil, ancak bu bileşim önemli bir zenginlik sağlıyor.

Kaynaklar

https://www.artspace.com/magazine/a rt_101/book_report/using-the-body-aga inst-the-body-politicmona-hatoum-on-les sons-in-art-as-resistance-54354 https://www.bbc.com/turkce/articles/c p4zx2dxwk1o https://www.gazeteduvar.com.tr/fulya- cetin-bir-dakikalik-sifalanma-anini-iki-y ila-yaydim-haber-1550023 Woolf, Virginia, Kendine Ait Bir Oda, 6.45, İstanbul, 2019, s. 57.

Akademisyen Giriş Öğrenci Giriş