İnsan bedeninin sayısız harekete ve biçimlenmeye imkân sağlayan kas-iskelet yapısı ve canlılığın işletim merkezi olan kalbin atışlarından gelen ritmik tabiatı, insanın, durmaksızın devinen bir sistemler bütünü olarak tasarlandığına işaret eder. İnsan salt yaşamsal ihtiyaçları için değil, hem fiziksel hem de zihinsel canlılığı için, fiziksel ya da zihinsel hazlar elde etmek için de hareket eder. Kendi doğal ritim duygusunun dışavurumuyla elde ettiği ‘müzik’ olgusunu, hem bedeniyle, devinimleriyle meydana getirir hem de ona bedeniyle katılır, onunla birlikte devinir. Dans, eski çağlarda doğa olaylarının, ya da insanın kendinden güçlü sayıp tanrısallaştırdığı çeşitli olguların; insanlar lehine davranmalarını sağlamak veya toplumsal gelişimin, mevsimlerin, ruhsal ve bedensel dönüşümlerin eşiklerini belirtmek amacıyla yapılan toplu kutlama ya da törenlerin malzemesidir. Tarih boyunca, hem beden kullanım olanakları ve yaklaşımları, hem de anlatı biçimleri ve anlam değerleri açısından, insanla birlikte gelişmiş, kültürlerin bir parçası olmuştur. Judith Steeh’in tanımına göre “insan diğer hayvanlar gibi devinimleriyle içgüdüsel olarak kendilerini dışa vurur, iletişim kurar. Ama insan dans eden, yani, kullanışsız/faydasız (nonutilitarian) hareketlerden, bilinciyle oluşturduğu dizileri birbirine bağlayarak, seyretmesi keyif verici ya da bir anlam iletici akışlar yaratan tek hayvandır.” 1 İnsanlık tarihi boyunca, dansın medeniyetler içinde çeşitlenen varlığına tanıklık edebiliriz; Mevlana’dan Gurdjieff’e tasavvuf pratikleri içinde ve İncil’de pek çok kere dansa atıflara rastlanırken, Antik Yunan’da beden ve zihin arasındaki ahengin ifadesi olarak kabul edildiğinden; düğün, cenaze ya da dini törenler hatta askeri eğitimlerde dansın ağırlıkla yer aldığı gözlemlenir. Bu minvalde dans, toplum içindeki birliğin sağlayıcısı olarak da değer bulur.2
İnsanın dans ediyor oluşuna ya da dans etme güdüsüne düşünsel bir açıklama getirmek niyetiyle, Steeh’in tanımına da ek olabilecek bir metne başvuralım. Paul Valery, İspanyol dansı ustası La Argentina’nın in eşiklerini belirtmek amacıyla yapılan toplu kutlama ya da törenlerin malzemesidir. Tarih boyunca, hem beden kullanım olanakları ve yaklaşımları, hem de anlatı biçimleri ve anlam değerleri açısından, insanla birlikte gelişmiş, kültürlerin bir parçası olmuştur.
Judith Steeh’in tanımına göre “insan diğer hayvanlar gibi devinimleriyle içgüdüsel olarak kendilerini dışa vurur, iletişim kurar. Ama insan dans eden, yani, kullanışsız/faydasız (nonutilitarian) hareketlerden, bilinciyle oluşturduğu dizileri birbirine bağlayarak, seyretmesi keyif verici ya da bir anlam iletici akışlar yaratan tek hayvandır.” 1
İnsanlık tarihi boyunca, dansın medeniyetler içinde çeşitlenen varlığına tanıklık edebiliriz; Mevlana’dan Gurdjieff’e tasavvuf pratikleri içinde ve İncil’de pek çok kere dansa atıflara rastlanırken, Antik Yunan’da beden ve zihin arasındaki ahengin ifadesi olarak kabul edildiğinden; düğün, cenaze ya da dini törenler hatta askeri eğitimlerde dansın ağırlıkla yer aldığı gözlemlenir. Bu minvalde dans, toplum içindeki birliğin sağlayıcısı olarak da değer bulur.2
İnsanın dans ediyor oluşuna ya da dans etme güdüsüne düşünsel bir açıklama getirmek niyetiyle, Steeh’in tanımına da ek olabilecek bir metne başvuralım. Paul Valery, İspanyol dansı ustası La Argentina’nın gösteriminden esinlenerek kaleme aldığı bu metinde, insanın neden dans gibi “yararsız” bir icraatta bulunduğunun, felsefi olarak dans nedir? sorusunun yanıtlarını arar. Valery öncelikle: “İnsan, kendi yaşamını izleyen, kendine değer veren ve bu değeri fiziksel bakımdan kendisi için yaşamsal önemi olmayan yararsız algılamalarla, eylemlerle ölçmekten hoşlanan benzersiz hayvandır.” 3 tespitini yapar. Ardından Ermiş Augustinus’un “zaman nedir?” 6sorusuna atıfta bulunarak, “dans nedir?” sorusuna yanıt getirir: “Dans, …her şey bir yana, bir bakıma Zaman’ın bir biçiminden başka bir şey değildir; bir bakıma bir zaman yaratısından ya da çok farklı ve özel bir zamanın yaratılmasından başka bir şey değildir.” Bu bağlamda dansın varlığına sebebiyet veren “yararsız” ya da “işlevsiz” hareketler kümesi, icra edilirken belirli bir zamanı – ve mekânı- işgal eder, kendisini icra edenlerle birlikte, seyredenleri de meşgul eder. Meşguliyetin bir başlangıcı ve bir şekilde bitimi olduğundan, “zaman”ı duyumsamaya ya da akış içinde belirli bir parçanın fark edilişine vasıta olur. Böylelikle zamanın biçimlerinden biri olarak kabul edilebilir. Dansı bizzat icra edenin açısından “…dans eden bu insan bir bakıma kendi yarattığı bir zamanın içine, o anda bütünüyle benliğinde topladığı enerjiden, sürmemesi gereken, hiçlikten oluşmuş bir sürenin içine kapanıyor.” 4 denebilir.
…olanaksızlığı aşıp olasılığı olmayan şeyi uyguluyor; ve sahip olduğu enerjiyle şeylerin normal durumunu zorlayarak, insanlarda bir başka durumun –olağanüstü, yalnızca eylemden oluşan bir durumun-…bedenin devinim sağlayan ve devinen tüm duyularının belirli bir düzen içinde birbirine bağlı olduğu… belirli bir canlı olma durumunun içerdiği güçlerden oluşan bir kürenin çeperlerine vurup yön değiştirerek yansıyormuş gibi birbirini aradığı, birbirine karşılık verdiği bir durumun var olduğu düşüncesini uyandırıyor.5
Dansı bir eylem olarak ele aldığımızda, kendine ait bir sebep sonuç ilişkisine dayalı sıralanmış beden hareketleri ve tavırlarından oluşan bir küme diyebiliriz. Bu tarif itibariyle dansı diğer hareket ve tavır kümelerinden ayıran en önemli fark; dans hareketlerinin –her ne kadar çoğunlukla önceden düşünülmüş, hesaplanmış ve sonradan da tekrar edilebilir olma özelliği taşısa da- herhangi bir amaçtan ya da gündelik/yaşamsal işlevden arî oluşudur. Dans devinimleri, günlük yaşamda gerek duyulan herhangi bir işlevi karşılamaz, işlevsiz ya da işlevinden kopartılmış hareketlerdir. Valery:
Evet, dans eden bu beden, geriye kalan her şeyi unutmuş, yaptığı şeyin dışında çevresinde yer alan hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi görünüyor. …Buysa bize, …kesin olarak başka bir dünyada olduğunu, bunun resim olarak bizim gözlerimize yansıyan dünya değil, onun attığı adımlarla dokunmuş, hareketleriyle kurulmuş bir dünya olduğunu gösteriyor. Ne var ki bu dünyada eylemlerin göze görünür hiçbir nedeni yok; ele gelecek yaklaşılacak ya da uzaklaştırılacak, kendisinden kaçılacak hiçbir nesne yok. …söz konusu ortamdan kopuş, amaçtan yoksunluk, açıklanabilir devinimlerin yadsınması, …(sıradan yaşamda hiçbir koşulda bedenimizin bizi yapmaya zorlamadığı devinimler), hatta kimseye ait olmayan o gülümseme, …günlük yaşamdaki eylemlerimizin… tam karşıtı.6
Bedensel ve sosyal bir faaliyet olan “dans etmek” yeryüzündeki, bütün kültürler içinde; temel olarak müzik, giysi ve seyirciye sunulduğu mekânla arasında kurulan ilişkilere dayalı düzenlemeler vasıtasıyla, anlatımcı ya da ifade edici bir üst kademeye yükselir ve sanat biçemlerinden biri olarak kendini var eder. Dans ederken açığa çıkan, hareket etmekten gelen heyecan, eğlence, müzik ve ritim etkisiyle çeşitli duygulanımlar ve nihayet giysilerin, süs ve aksesuarların etkisiyle seyredenden farklı olma ya da yücelme, belirme imkânları; bir sanat icrası olarak dans etmeye yönelişi tetikleyen unsurlardır. Bunların yanında, diğer bedenlerle eş düşmek, aynı dinamiği solumak, müzik ve ritim ortaklığında “bir” olmak ve çeşitli anlamları karşılıklı sözlerden bağımsız iletebilmek ise dans edenlere, sosyal mânâda gelişme ve tatmin sağlamaktadır. Seyreden tarafından bakıldığında ise, hareket eden bedenlerin aralarındaki ahenk ya da gerilimden oluşan anlatıları okumak, bedenlerin biteviye girip çıktığı biçimleri izlemek, dansa eşlik eden sesler ile ritme ya da duygulara katılmak ve diğer görsel unsurlarla da zenginleşmiş, bütünlüklü bir akışı seyrediyor olmaktan doğan hâzdan söz edilebilir.
İnsan neden dans eder, neden dans parçaları yaratır ve neden seyreder soruları bir çok kolda genişleyebilir ve yanıtları sonsuzca çeşitlenebilir. Bununla birlikte diğer sanatlar arasında “bilinmezlik” ya da “tanımlanamazlık” nitelikleri hatta “tuhaf” diyebileceğimiz doğası ile hep ayrışmaktadır. Değerlendirme ya da anlamlandırma esnasında, dansa dair her çıkarım mutlaka göreceli ve tartışmaya açıktır. Dans sanatı diğer sanat pratikleriyle alışverişe girdiğinde bile, belki daha erişilebilir olmakta ancak “başka” türlü birşey olduğuna dair endişeleri giderememektedir.
Herhangi bir şekilde dans sanatı ile ilişkilenmenin anlamaya ve anlatmaya dair bazı riskleri olduğu ve olacağı açıktır. Bu durumun insanda yarattığı heyecan ve kurcalama güdüsü ile birlikte dansın dışavurumlarındaki bulanıklığı ve tekinsizliği bu sanatının kendine doğru çeken gizilgücü olsa gerek.
Yrd. Doç. Dr. Handan Ergiydiren Doğan